İçeriğe geç

Özgüvenlilik ne demek ?

Özgüvenlilik Ne Demek? Siyaset Bilimi Perspektifinden Derin Bir Analiz

Bir siyaset bilimci olarak beni en çok düşündüren konulardan biri, gücün kimde olduğu değil, kimin kendine güvenerek bu gücü meşrulaştırdığıdır. Özgüvenlilik sadece bireysel bir erdem değil, aynı zamanda siyasal bir duruştur. Toplumsal düzen, iktidar ilişkileri ve ideolojik yönelimler içinde bireyin kendine duyduğu güven, sistemin nasıl işlediğini de belirler. Peki, özgüvenlilik yalnızca kişisel bir özellik midir, yoksa siyasi bir güç biçimi midir?

Özgüvenlilik: Gücün İçselleştirilmiş Biçimi

Siyaset bilimi açısından özgüvenlilik, bireyin kendini bir özne olarak konumlandırma yeteneğidir. Bir vatandaşın devlet karşısında “benim de söz hakkım var” diyebilmesi, yalnızca bir hak meselesi değil, aynı zamanda bir güç ifadesidir. Özgüven, gücün dışsal değil, içsel bir kaynaktan beslendiğinde siyasal anlam kazanır. Güçlü bir birey, otoriteye körü körüne itaat etmez; düşünür, sorgular ve gerektiğinde direnir. Bu nedenle, özgüvenlilik demokrasinin sessiz ama en etkili bileşenidir.

Toplumun özgüven düzeyi, aslında siyasal kültürün aynasıdır. Korku, baskı veya itaate dayalı rejimlerde bireylerin özgüveni sistematik biçimde törpülenir. Bu, iktidarın kendi varlığını sürdürmesi için başvurduğu bir stratejidir. Çünkü özgüvenli vatandaş, yönetilmeye değil, birlikte karar almaya taliptir.

İktidar ve Özgüven Arasındaki İnce Hat

Siyasi teoride özgüvenlilik, iktidar kavramıyla iç içe geçmiştir. Michel Foucault’nun da vurguladığı gibi, iktidar yalnızca baskı yoluyla değil, bireylerin kendi içsel denetimleri üzerinden işler. Bu bağlamda, özgüven bir direniş biçimidir. Kendine güvenen birey, iktidarın dayattığı kimlikleri reddedebilir; alternatif bir siyasal özne yaratabilir.

Ancak özgüven, aşırıya kaçtığında otoriter bir eğilime dönüşme riski taşır. Bir liderin özgüveni, toplumsal bir vizyonu temsil ettiği sürece demokratiktir; fakat “tek doğruyu ben bilirim” anlayışına evrildiğinde tiranlığın zeminini oluşturur.

Dolayısıyla siyaset bilimi, özgüvenliliği hem bir erdem hem de bir tehdit olarak ele alır. Çünkü güç, özgüvenle birleştiğinde yaratıcı olabilir; ama aynı zamanda tahakküm aracı da olabilir.

Kurumlar ve Özgüvenin Kurumsallaşması

Özgüvenin bireyden topluma geçişi, kurumlar aracılığıyla olur. Hukukun üstünlüğü, basın özgürlüğü, ifade hakkı gibi demokratik kurumlar, bireysel özgüveni kolektif düzeye taşır.

Bir vatandaş, yargıya güven duyabiliyorsa, bu yalnızca kurumsal bir başarı değildir; aynı zamanda toplumsal özgüvenin göstergesidir.

Ancak otoriter sistemlerde kurumlar güven yerine korku üretir. Birey, kendi sesine değil, otoritenin onayına inanır. Bu durumda özgüvenlilik bir lüks değil, bir tehlike haline gelir.

Kurumların özgüven yaratmadığı toplumlarda, bireyler gücü kişiselleştirir. Lider kültü böyle doğar: insanlar kendilerinde bulamadıkları güveni bir “karizmatik figür”e yansıtır. Oysa siyasal olgunluk, güvenin tek bir kişiye değil, sisteme ve değerlere yönelmesidir.

İdeoloji ve Özgüvenin Biçimlendirilmesi

İdeolojiler, bireyin özgüvenini ya besler ya da bastırır. Demokratik ideolojiler, vatandaşlara “söz hakkı” vererek kendilerini özne olarak hissetmelerini sağlar. Otoriter ideolojiler ise güveni merkeze toplar, bireydeki özgüveni “itaate dönüştürür.” Özgüvenli bir yurttaş, ideolojik manipülasyonlara karşı dayanıklıdır; çünkü bilgiye, akla ve vicdana güvenir.

Buna karşın, özgüvenin popülizmle karıştırıldığı toplumlarda birey, düşünmeden konuşmayı “özgüven” sanabilir. Gerçek özgüven, susturulmak istendiğinde bile doğruyu savunabilmektir.

Cinsiyet Perspektifi: Erkek Gücü ve Kadın Katılımı

Toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıldığında, özgüvenin siyasette farklı anlamları vardır. Erkekler için özgüven genellikle güç, strateji ve kontrol kavramlarıyla ilişkilendirilir. Erkek siyasetçiler, çoğu zaman “kararlılık” veya “otorite” gösterisiyle toplumsal meşruiyet kazanır. Kadınlar için ise özgüven, iş birliği, katılım ve empatiyle şekillenir. Kadınların özgüveni, çoğunlukla demokratik süreçleri güçlendirir çünkü kapsayıcıdır, paylaşımcıdır ve çatışmadan ziyade diyaloga odaklanır.

Bu iki yaklaşımın sentezi, sürdürülebilir bir siyasal kültürün temelini oluşturur. Gücü temsil eden erkek özgüveniyle, toplumsal etkileşimi öne çıkaran kadın özgüveninin birleştiği bir sistem, hem kararlılık hem de adalet üretebilir.

Vatandaşlık, Özgüven ve Demokrasi

Bir toplumun demokratik olgunluğu, vatandaşlarının özgüveniyle ölçülür. Korkuyla değil, bilinçle hareket eden bir yurttaş profili, demokrasinin gerçek güvencesidir. Özgüvenli vatandaş, kendi çıkarını savunurken başkalarının hakkını da gözetir. Bu, “ben” ile “biz” arasındaki dengeyi kurabilen bireydir.

Peki, günümüz dünyasında bu dengeyi korumak mümkün mü?

Devletler güçlü, kurumlar kırılgan, toplumlar ise kutuplaşmışken, özgüvenli vatandaşlık nasıl inşa edilir? Siyaset, sadece güç mücadelesi midir, yoksa kendine güvenen insanların ortak geleceği mi?

Sonuç: Özgüvenin Siyaseti

Özgüvenlilik, yalnızca bireysel bir meziyet değil, siyasi bir bilinç biçimidir. Bir liderin, bir kurumun veya bir vatandaşın özgüveni, demokrasinin kalitesini belirler.

Güç, korkudan değil, özgüvenden doğduğunda adil olur.

Bu nedenle siyaset, özgüvenli bireylerin sahnesidir — sessiz çoğunluğun değil, kendine güvenen azınlığın tarihi yazdığı bir alan.

Son soruyu sormak gerek: Kendine güvenmeyen bir toplum, gerçekten özgür olabilir mi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort deneme bonusu veren siteler
Sitemap
elexbet yeni giriş adresibetexper.xyz